Sanat Tarihinin En Doruk Noktası – Rönesans Dönemi
Avrupa’da ortaçağda başlayan bu sanat birçok önemli alanı etkilemiştir. Bilim, sanat, arkeoloji, tarih, edebiyat, insan sevgisi (hümanizm) gibi kavramlara değinen bu dönem mimarların altın çağını yaşattığını görmekteyiz. Başlangıç olarak Rönesans, İtalya’da ortaya çıkmıştır. Özellikle buradaki zengin aristokrat kesim bir sanat devrimi yaparak şehirlerin ihtişama kavuşmasında büyük rol oynamışlardır. Herkesin yakından bildiği ve sanata büyük düşkünlükleriyle her alanı destekleyen Medici ailesi Rönesans’ın gelişimine büyük maddi ve manevi katkılarda bulunmuşlardır. Normal bir aile iken sanata verdikleri önem sayesinde Avrupa’nın da çehresini değiştireceklerdi.
Bankacılık alanında etkinlik gösteren aile büyük bir maddi gelire sahip olduğu için, yapılacak eserlere fon bulmakta hiçbir zaman zorluk çekmediler. Medici Bankasının kurucusu GiovannidiBicci de’ Medici ailenin en büyüklerinden biri olup, Floransa’ya da hakim olacaklardı. Zamanında büyük bir kütüphane kuran aile, Konstantinopolis’ten bir çok yazma eser getirtmiş ve Avrupa’nın da en büyük kütüphanesini oluşturmuşlardır. Donatello, Brunelleschi, Leonardo da vinci, Michelangelo ve Boticelli gibi isimler Rönesans’ın altın çağındaki en önemli kişilerden bazılarıydı. Heykel ve Mimari alanda büyük işler başaran bu sanatçılar, Mediciler tarafından maddi olarak her zaman desteklenmiştir.
“Bu hayatı bir kere yaşıyoruz, öyleyse onu daha güzel kılmak için elimizden geleni yapmalıyız” düstürü ile yola çıkan Medici ailesi, günümüze kadar ulaşan eserleri hala hayranlıkla izlenmektedir.
Rönesans döneminin en önemli eserlerinden örnekler vermeye çalışırsak “Davud Heykeli” bunların en ihtişamlı olanıdır. Hikâyesi pek bir ilginç olan bu heykel hem yapım aşamasında hem de sanatçının sanat anlayışında birçok önemli detayı içermektedir. Rönesans kaynak olarak, kendi kutsal metinlerinden yola çıkarak bir hikâye anlatma yoluna gitmiştir. Davud’un hikâyesi kutsal metinde geçen 1. Samuel 17 bapta anlatısı şu şekildedir. “Golyat, kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemediği üç metre boyunda bir savaşçıdır. Buna karşın genç ve çelimsiz bir çoban olan Davut onunla savaşma cesareti gösterir. Davut daha önce hiç savaşta yer almamıştır, öyle ki kral Saul’un kendisine verdiği zırh ve kılıcı taşıyamaz; onlarla yürüyemez ve onları çıkarttıktan sonra çoban kıyafetiyle Golyat’ın karşısına çıkar. Golyat onu görünce küçümser; değnek, sapan ve çoban torbasıyla gelen genç bir çocuktur Davut. Ancak sapanıyla başına taş attığı Golyat sersemleyip yere düştüğünde, gidip başını keser” Hikâyenin asıl alt metni Davud ne kadar çelimsiz güçsüz olarak resmedilse de Tanrı tarafından ona verilen aklını kullanarak düşmanlarını yenmesidir. Medici ailesi buradan bir pay çıkartarak aslında kendilerini bu heykelde hikayeleştirmişlerdir.
Tabi Davud heykelinde Michelangelo, Golyat’a değinmeden yaptığı için zamanında büyük eleştirilere maruz kalmıştır. Davud hikâyesinde genelde çelimsiz ve güçsüz bir şekilde anlatılmıştır. Ama Michelangelo adeta bir yunan heykelini kıskandıracak şekilde haşmetli bir esere imza atmıştır. Rönesans döneminin en önemli eseri olan Davud Heykeli hala ayakta durup, ihtişamıyla gelen ziyaretçilerini karşılıyor.
Heykel konusunda zirve yapan İtalya, mimari alanda da kendini ispat etmiş durumdaydı. Özellikle katedral alanında o kadar muhteşem eserler verilmiş ki hepsi şuan açık hava müzesini andıran bir havada. Yakından incelenmesi gereken bir eser var ki ona yakından bakacağız.
Floransa Katedrali Mimarinin en üst limitlerini zorlayan bir eser. Bu muhteşem eser birçok dönemde eklemeler görmüş ve restore edilmiştir. Kuzey İtalya’daki Toskana Bölgesi’nin başkentinde bulunan bu yapı hala günümüzde akın akın ziyaretçilerini beklemektedir. Aslında yapımız birçok mimarin etkisiyle yapılmıştır. Yapı için tek bir kişinin eseri demek haksızlık olacaktır. Başlangıç olarak Arnolfodi Cambio 1333-1337 yılları arasında inşasına başlamış ve bayrağı Giotto’ya devretmiş ve oda çan kulesini bitirmiştir. 1357 yılından sonra yapının mimarları Francesco Talenti ve Giovannidi LapoGhini olmuştur. Ve asıl mevzu Filippo Brunelleschi başlıyor, kubbeyi yapan kişi olarak tarihteki yerini alan mimar yapıya son rötuşları atıyor. 1436 yılında gelindiğindeyse Papa IV.Eugenius tarafından ibadete açılmıştır. Brunelleschi’nin beşinci yüzyılda hem mühendislik yeteneği hem de antik mimari biçimleri canlandırdığı için büyük bir takdire şayan olmuştur. Katedral üslup olarak bir karma dan oluşur aslında Romanesk ve Geç Gotik dönemin izleri görülse de Rönesans dönemin sadeliği hala katedralde gözükmektedir. Dışardan bakıldığında o kadar muazzam bir süsleme tekniği ile yapılmış ki, içeriye girdiğiniz anda sadelik sizi karşılıyor. Mekâna giriş yaptığınız anda kafanızı yukarıya kaldırıp bakacak olursanız, Dünyanın en güzel tavan freskini göreceksiniz. Muazzam detaylarla çizilmiş bu eser Giorgio Vasari’den “LastJudgement” (Kıyamet Günü) adıyla bilinir. Bu freskler Vasari’nin öğrencisi Zuccari tarafından boyanmıştır.
Heybetli duruşu ile şehrin her tarafından görmek mümkün olan bu eser kubbesi ile şehrin temsilcisi olmuş durumda. Rönesans’ın o ihtişamının canlı kanıtı olan Katedral, İtalya’nın Floransa şehrinde ziyaretçilerini beklemektedir.
Kaynaklar:
Dünya Sanat Tarihi – Hugh Honour John Fleming
Halil İnalcık – Rönesans Avrupası
Modernliğin Kaynakları: Rönesans Üzerine Bir Değerlendirme – İsmail Çoşkun